Edinburgh (Orta Çağ’ın tanımı)

 

İskoçya Edinburgh; en çok etkilendiğim, döndüğümüzden beri tekrar gitmek istediğim, hatta fırsatım olsa da orada yaşasam dediğim bir şehir. Orta çağ şehri. Hayal gibi masal gibi bir şehir. Çok sevdim, bayıldımmmm. bu yazı biraz uzun olacak şimdiden özür diliyorum ama kesinlikle gitmeden evvel okumanız gereken bir yazı olduğuna garanti ederim 😉 


Edinburgh’a gitmek ikimizin de hayallerinden biriydi ama herhangi bir plan yapmamıştık; özellikle bilet araştırmıyorduk. Bir gün internette, aslında Türkiye içerisinde ucuz uçak bileti bakarken tesadüfen Edinburgh biletlerinin kampanyalı olduğunu görünce hiç düşünmeden aldık. Eylül (2017) ayından biletler hazırdı ama yolculuk Şubat (2018) ayında olacaktı. Benim için heyecanla ve sabırsızıkla hazırlandığım 4 ay olmuştu o süre.

 

Edinburgh öncesi hazırlıklar;


Edinburgh öncesi okuduğum bloglarda maalesef Türklerin çok gitmediği bir yer olduğunu fark etmiştim. (Bu duyguyu New York seyahatim öncesinde de yaşamıştım) Bu nedenle Türk siteleriyle yetinmeyip yabancı blogları da okumaya başladım. Yabancı bir blogta ücretsiz bir tur buldum. Daha 3 ay önce Edinburgh’da açılan bir tur şirketi, reklam yapıp müşteri toplamak için günübirlik ücretsiz turlar yapıyordu. Normalde turun fiyatı 40-50pound arası olan turlar ücretsizdi. Fakat internetten rezervasyon yapmak gerekiyordu.


Bu arada biz karı koca seyahat etmeyi planlarken önce 4 kişilik sonradan da 1 kişi daha eklenince 5 kişi seyahat planı yapmaya başladık. Çoğaldıkça güzelleştik 🙂

İskoçya Edinburgh
Evimizin önünde mutluluk pozu 😀

Otelde kalmayı planlarken ev tutmanın daha uyguna geldiğini fark ettik. Mükemmel bir lokasyonda (Royal Mile’da) mükemmel bir ev tuttuk ve otel masrafımız da yarıya düşmüş oldu.

 

İskoçya’nın para birimi;


Bilindiği üzere UK’ın para birimi Pound ve Türk Lirası’nın 5,23 katıydı Şubat 2018’de (Şu an çook daha fazlası). Ama genel olarak aslında çok pahalı bir şehir değil onlar için. Çok iyi bir restoranda ana yemek ve birkaç içki fiyatı kişi başına 30pound civarında. Onların kazançlarına göre çok uygun gerçekten. Ortalama bir yerde yediğiniz yemekler max 10pound civarındayken, bir içki de en fazla 5pound. (keşke TL ye çevirmeden düşünebilsek).


Dediğim gibi ben 1 haftalık plan çıkarmıştım ama gideceğimiz tarih şubatın ilk haftası olduğu için hava şartlarına göre planlı günlerde değişiklik yapmayı göze almıştık. Sadece Salı günümüz ücretsiz olan turda geçecekti.

 

Yola çıktık;

Cumartesi öğlen vakti Edinburgh’a iniş yaptık. Havaalanı ile şehir arasında gidiş geliş 7,5poundluk bir otobüsleri var. Git gel şeklinde de alınabiliyor fakat gidiş geliş alınca daha ucuza geliyordu. Yaklaşık 30-40dk civarında bir sürede merkeze varmıştık.


İndikten sonraki ilk iş evimizi bulup eşyaları bırakıp kendimizi sokaklara atmak olacaktı. Evimiz Old Town’da, Royal Mile’ın tam ortasındaydı.


Evimizi Airbnb den kiralamıştık. Kocaman camları Royal Mile’e bakan, sanki ortaçağda yaşarmışçasına manzaralı bir evdi. Akşamları camdan dışarıyı izlemek muhteşemdi. (Sanırım bu yazıyı yazarken uçak bileti bakmaya başlayacağım yeniden)


Orta çağ atmosferini seven birinin bu şehri kesinlikle görmesi gerektiğine inanıyorum. Zaten burayı gördükten sonra başka yeri bu kadar beğenmeyeceğine de maalesef eminim; bizzat kendimden biliyorum :/
Aşağıda size gidilmesi gereken yerler hakkında geniş bilgiler vermek istiyorum. Tarihi yerler ile ilgili bilgileri internette çok fazla bulabilirsiniz ama ben burada size kısa kısa özet geçersem, istediğiniz tüm bilgileri tek bir yerden bulma şansını elde etmiş olursunuz ve ben de bundan çok mutlu olurum 🙂


Öncelikle Edinburgh’da tarihi çok fazla yapı var. Ama hiç biri çok uzak değil. Biz bir hafta boyunca, şubat ayının soğuğunda dahi (ki ben donan bi insanım) hiç araç kullanmadık. Her yere yürüyerek gittik. Çünkü girdiğiniz her sokak, geçtiğiniz yollar, hep görülmesi gereken yerler. Aşağıda gördüğünüz gibi kaybolmanız da olabildiğince zor 😀 yollar hep düz ve birbirlerine paralel.

İskoçya Edinburgh
Karışık gibi göründüğüne hiiçç aldanmayın 😉

Bir de UNESCO tarafından Dünya Mirası olarak ilan edilmiş bir şehir Edinburgh. Bu nedenle dokunulamamış ve her şey eskisi gibi kalmış.


Edinburgh 1437den beri İskoçya’nın başkenti. Orada Edinbraaa olarak söylenmekte Edinburgh denilmesinden hoşlanmıyorlar. Genel olarak İskoçların aksanı da çok değişik zaten ama ben bayıldım bu kadar güzel İngilizce başka bir yerde konuşulmuyordur bence 🙂


Hadi Old Town’dan anlatmaya başlayayım;

(Gezilecek yerler hakkında daha detaylı bilgi için tık tık: )


Edinburgh Kalesi (Edinburgh Castle):

Diğer adıyla Castle Rock. 350 milyon yıl önce faaliyette olan sönmüş bir volkanın bacasının üstüne kurulmuş. Royal Mile’ın en başında bulunuyor.

Pazar hariç her gün öğlen saat 13:00’da top atışı yapılıyor; One C’lock Gun deniliyor. (Bu top atışının da hikayesi var, onu da aşağıda yazacağım )

 

İskoçya Edinburgh
Kale içi
İskoçya Edinburgh
Top atışı öncesi kale içi meydanı

 

Camera Obscura World of Illusions:

Hemen kaleden çıkınca sol taraftaki bina, daha doğrusu yaklaşık 200 yıllık bir bilim merkezi de denebilir. Camera Obscura aslında fotoğraf makinelerinin atası olarak bilinir hatta latincede “karanlık oda” anlamına geliyor. Binanın en üst katında kubbe şeklinde tavanı olan ve tavanında delik bulunan bir oda var. Bu odanın ortasında yuvarlak bir taş masa bulunuyor. Bir mercek yardımıyla delikten taş masaya, binanın çevresi yansıtılıyor. Bence çok değişik ve güzel bir gösteri sunuyorlar. Bina 6 katlı ve her kat ayrı güzel. Labirentler, fotoğraf kabinleri, insanları şekilden şekle sokan aynalar 😀 3 boyutlu tablolar ve daha bir çok güzel illizyonal alanlar var. En eğlenceli olanı da çıkıştaki köprüydü 😀 Çocuklar için efsane bir merkez. Biz de çocuklar kadar eğlendik 😀 (laf aramızda daha bile fazla olabilir ) Bilet fiyatı 17pound.

Ben minnacıkım zaten :p
hooopp çoğaldık :p
Ve sonunda Erkut’u imha edişim :p

 

Viski Müzesi (Whisky Experience Center):

Kalenin çıkışında çeşit çeşit viskileri deneyebileceğiniz bir yer mevcut. Eğer siz de Erkut gibi bir viski severseniz denemenizi tavsiye ederiz. (benim hiç aram yoktur ama denemeden gelsem ayıp olurdu değil mi ama!!!)

Kaleden çıkıp viski deneyip bir de Camera Obscuraya girdikten sonraki cadde zaten “Royal Mile”. Buranın en meşhur caddesi olduğunu zaten söylemiştik. (Haritadaki ismi High Street olmasına rağmen herkes buraya Royal Mile diyor) Burada hemen sol tarafta bir “closed” var “Lady Stair’s Closed”; içeriye girince karşınıza The Writers’ Museum çıkıyor. Ben buranın da atmosferine bayıldım. Önünde devamlı kuşların bulunduğu küçük, 2 katlı bir müze. 1622 yılında zengin bir İskoç tüccarı tarafından yaptırılmış. İskoç Edebiyatının en önemli 3 yazarının; Robert Burns, Sir Walter Scott (bir de bu yazar için özel bir anıt yapılmıştı ki, onu da anlatacağım) ve Robert Louis Stevenson’ın özel eşyalarını, portrelerini, el yazılarını ve kitaplarının ilk basımlarını bulabilirsiniz.

İskoçya Edinburgh
The Writers’ Museum

 

The Writers’ Museum

Aynı yol üstündeki bir sonraki aralığın adı da “Mary King’s Closed”; burası korku turlarının yapıldığı bir yermiş. Maalesef biz bu turları deneyimleyemedik ama bir sonraki sefer için listemde ekli 😉 Bu bölgenin özelliği için duyduğumuz bilgi de şu şekilde: zamanında karahumma salgını olduğunda, çok hasta olanları ölsünler diye bu alanda bulunan yer altı odacıklarına bırakıyorlarmış. Bir başka deyiş de: fakir insanların evleri yer altlarında olurmuş. Dediğim gibi gitmediğimiz için net bilgi veremiyorum maalesef ama ilginç bir kısmı kaçırmışız biz de 🙁

 

St. Giles Katedrali (St Giles Cathedral)


Tekrar Royal Mile a çıktıktan hemen sonra sağ tarafta St. Giles Katedrali (St Giles Cathedral)ni göreceksiniz. Yaklaşık 900 yıllık bir yapı. Burada her şey orta çağdan kalma ve gerçekten o zamanda yaşıyormuş hissiyatı veriyor. Katedral daha çok sergi gibi kullanılıyor. Hemen yanında da National Library bulunmakta. Eğer sağ yoldan aşağı doğru inerseniz Royal Mile’dan çıkıp “Grassmarket” e girmişsiniz demektir ama biz şimdilik caddede devam edelim. Grassmarket e daha sonra uğrayacağız 😉

St. Giles Katedrali

Yol boyunca yürümeye devam ederken Adam Smith anıtını göreceksiniz. Önünden geçerken “kim ki bu adam” dememek için mini bir bilgi: Adam Smith, Edinburgh’lu İskoç bir filozof. 1700lü yıllarda yaşamış olan ahlak profesörü; aynı zamanda liberal iktisadi düşüncenin ve klasik iktisadın babası olarak anılmaktadır. Doğa kanunlarına uyulduğu müddetçe, toplumun kendiliğinden ve en uygun şekilde işleyeceğini savunmuştur.

"<yoastmark

 

Cadde keyfimize devam edelim 😉

 

Hollyrood Park’a doğru caddede (Conangate) ilerlerken sağ tarafta “John Knox House“u göreceksiniz. Dışı çok değişik şekillerle süslenmiş, mistik havası olan bir bina. Biz içeriye girmedik ama bir dahaki gidişimde uğrayacağım. (John Knox hakkında da mini bilgimizi buraya bırakalım: “John Knox dindar bir Protestandı. IV. Edward’in din görevlisi olarak İngiltere’ye gitti, ama Katolik 1. Mary tahta geçince İsviçre’ye kaçtı. Orada John Calvin’den etkilendi. 1559’da İskoçya’ya döndü ve bir Protestan Kilisesi kurmaya karar verdi. Ateşli vaazlarıyla Katolikleri ülkeden gitmeye zorlayan bir isyana ön ayak oldu. Protestan inançları bildirgesi olan ‘İskoç İtirafları’nı kaleme aldı. Knox, İskoç Kraliçesi Katolik Mary’nin işini çok zorlaştırdı. Mary 1567’de, biraz da Knox’un yüzünden, tahttan indirildi. Knox’un İskoçya’daki Protestan müritlerine daha sonra Preshiteryenler adı verildi. “ şeklinde netten bulduğum bir bilgi.)

 

Hollyrood Sarayı

Neyse biz cadde boyunca devam ederken her ara sokakta her binada orta çağ havasını solumaya devam ediyoruz. Yolun sonunda Hollyrood Sarayı (Britanya kraliyet ailesinin İskoçya’daki resmi ikametgahı) ve parkı bulunuyor. Sağ taraftan devam edince meşhur Arthur’s Seat uzaktan size doğru bakmaya başlamış demektir.


Arthur’un koltuğu (Arthur’s Seat):

Burası bir tepe; deniz seviyesinden 800m yükseklikte. En tepeye çıkması yaklaşık 2 saatimizi almış olabilir. Bu tepeye neden bu isim verildiğine dair birçok hikâye olduğunu duyduk fakat yerel halk bile aslında neden bu şekilde anıldığına dair bir bilgiye sahip değildi. Kesinlikle rahat kıyafetler ve sağlam bir ayakkabı ile o tepe çıkmanızı tavsiye ederiz. O manzarayı görebileceğiniz bir başka nokta yok. Tüm anıtları, panoramik olarak Edinburgh’u görmek istiyorsanız sakın üşenmeyin 😉 hatta yanınızda yiyecek ve içecek de götürerek tepede birkaç saat vakit geçirin.

Burada daha yarım saattir falan yürümüşüz 😀 henüz montlarlayız.
Bu kocaman gülüş zaferin keyfinden 😀 montlar çıkmış 😀 Şubat ayı olmasına rağmen hava mis gibi ve biz 2 saat bu dağa tırmanmışız 😀

Royal Mile’da, Kale’den Arthur Seat’e kadar gittiğimize göre Old Town’un büyük bir bölümünü bitirdik demektir. Yukarıda bahsettiğim Grassmarket’e gidelim şimdi de biraz.


Grassmarket;

Edinburgh Kalesine gitmeden yolun solundan doğru kıvrılan yoldan (Victoria Street; çok güzel bir cadde, mini mağazalardan alışveriş yapabilirsiniz bence 😉 ) devam edince kendinizi burada bulacaksınız.
Sağ tarafta yan yana 6-7 tane pub var. Biz cumartesi akşamı gittiğimizde yer bulamamıştık ve yağmurlu bir hava olduğu için mekanların önündeki masalara da oturamamıştık. Hafta içi tekrar şansımızı denediğimizde, yolun sonuna doğru ilerlediğinizde sağ tarafta Black Bull Bar ı görebilirsiniz ve hiç düşünmeden dalın içeri hele ki canlı müzik varsa çok güzel ama aynı zamanda çok da sakin bir akşam sizi bekliyor demektir.
Yolun solundan doğru devam ettiğinizde ise kendinizi Cowgate de bulacaksınız. Burada meşhur The Elephant House (Harry Poter ın doğum yeri diye geçer, JK Rowling kitabı burada yazmış) ve elektronik müzik severler için de Frankenstein bar bulunmakta.
Cowgate’den devam ederseniz yolun sonunda Dynamic Earth ü göreceksiniz. Camdan yapılma bir bina ve daha çok çocukların ilgi duyacağı bir yer olduğunu duyduk fakat biz maalesef içeriye girmeye o gün vakit ayıramamıştık.


Gelelim şehrin diğer güzel yapılarından bir diğeri olan Calton Hill’e. Burası da Artur’s Seat in tam ters yönünde kalan bir tepe. Royal Mile’ın sonundaki sol yoldan da gidebilirsiniz; yeni şehir tarafına geçip o taraftan da. Biz Old Town dan gidip New Town dan dönmüştük.


Kalton tepesi (Calton Hill):

Burası UNESCO Dünya Miras Listesi’nde bulunan bir tepe. Tepeye çıkmadan hemen sağda çoook eski bir mezarlık bulunmakta. Korku filmlerindeymişçesine bir ortamı var. Ben bayıldım. Küçük bir yer zaten. Uğramanızı tavsiye ederiz. Sol taraftaki merdivenler ve bir yokuş sonrasında kendinizi Calton tepesinde bulacaksınız. Orada birden fazla yapı bulunmaktadır. Bir tanesi “National Monument of Scotland” yani İskoçya ulusal anıtı. Napolyon savaşları sırasında ölen İskoç askerlerine ithaf edilmek için 1822 yılında yapmaya başladıklarında Atina’daki Parthenon’dan ilham alarak yapmak istemişler fakat maddi yetersizliklerden dolayı yapının henüz yarısı yapılmışken 1829da durdurmuşlar. Bu nedenle yapı yarım kalmış ve halk arasında ulusal anıt diye değil de “ulusal rezalet” olarak söylenmektedir.

Bu da bir başka tırmanışın sonrası 😀
Evettt arkamızda ulusal anıt ya da onların dediği gibi ulusal rezalet 🙂

Bu tepedeki diğer anıt ise “Nelson Monument” 1805’de Trafalgar Savaşı’nda ölen ünlü Yardımcı Amiral Horatio Nelson’un anısına yapılmış, 32m yüksekliğinde bir yapı. Fakat 1853’ten bu yana hala devam bir başka işlevi daha bulunmakta. Anıtın tepesinde bir top bulunuyor. Topun ağırlığının yaklaşık 800kg olduğu söylenmekte. Hani Edinburgh kalesini anlatırken, saat 13:00 de top atışı var demiştim ya, heh işte o top bu top ile alakalı Kaleden top atıldığında bu tepedeki top yukarıya doğru yükseliyor. Gemiciler için saatin 13:00 olduğunu belirten bir düzenek. Sonra top tekrar aşağıya iniyor.

Arkadaki kulenin tepesinde oluyor o koskocaman top ama biz gittiğimizde yoktu, saatini kaçırdık.

Tepede anıt bu kadar da değil asıl ilgi gören “Dugald Stewart Monument” yani Dugald Stewart anıtı. Dugald da 1700lü yaşamış olan bir sağduyu filozofu.

 

 

Şimdi gelelim yeni şehre

Yeni şehirde de tarihi yapılar az da olsa var. Princess Street ana caddesi. Daha önce de söylediğim gibi caddeler birbirine hep paralel. Hemen arka caddesi Rose Street, sonraki George Street, sonraki Hill Street ve son olarak Queen Street bulunmakta.
Yeni şehir ile eski şehrin tam ortasında sağ tarafta tren garı (Edinburgh Waverley Station), sol tarafta ise Scott Monument (Üstte bahsettiğim yazarın anıtı) var. Burası aynı zamanda Princess Street oluyor.


Scott Monument:

Ünlü İskoç yazar Walter Scott’un anısına yapılan kule ve kulenin dibinde yazarın sadık köpeği Maida’nın heykelinden oluşuyor. Anıtta, yazarın roman karakterlerinin heykelleri ve galeriler bulunmakta. Kule 4 kattan oluşmakta ve her katta mini balkonlardan manzarayı izlemenizi; özellikle de yükseklik korkunuz yoksa en tepeye kadar çıkmanızı tavsiye ederiz. Yanlış hatırlamıyorsam 300e yakın merdiven buluyor fakat o manzara için mi değer mi? Kesinlikle değer 😉 Benim en keyif aldığım kat en üst kat oldu; keşke Erkut’un da yükseklik korkusu olmasaydı da o da keyfini çıkarabilseydi Anıta giriş 5pound.

Scott Anıtı
Anıtın 3. katıydı sanırım. Son katta Erkut’un yükseklik korkusundan dolayı poz verememiş olabiliriz 😀

Hadi birazcık da etrafı gezelim. Yeni şehirden yukarı doğru çıkalım bakalım oralarda neler varmış;


Dean Village:

Yeni şehirden kuzey batıya doğru max 10dk yürüme mesafesinde (ki yürüyün her yere bence, çünkü her sokak güzel ) minik bir yerleşke burası. Burada Leith nehri var. Ve evler nehrin hemen yanında konumlanmış. Ben burada yaşasam başka hiçbir yeri özlemem büyük ihtimalle Fotoğraflarda da gördüğünüz gibi o kadar doğal o kadar sessiz sakin huzurlu bir yer ki. Hem de şehre 15dk yürüme mesafesinde bir yer.

Dean Village

 

Stockbridge:

Dean Village den kuzeye doğru biraz yürüdüğünüzde, daha doğrusu nehri takip ettiğinizde Stockbridge’e geliyorsunuz. Adı üstünde burada nehri üstünde çok güzel küçük bi köprü var ve burası da aynı Dean Village gibi küçük ve çok güzel bir yer.

"<yoastmark

Stockbridge’den biraz yürüdüğünüzde koskocaman bir park bulacaksınız; Royal Botanic Garden. Yol boyunca göreceğiniz evler, o bölgedeki en lüks evler olarak geçmekte ama bence Dean Village ve Stockbridge çevresindekiler nehre baktığı için daha güzellerdi. Neyse girelim artık Botanik Bahçesine.


Royal Botanic Garden:

Burası 28hektarlık efsane bir park. (Tamam Cental Park’ı da gördüm ama burası Botanik bahçesi aslında, yani hepsinin yeri bende ayrı) Bahçenin ilk kurulumu 1670 yılında olmuş ve genişleyerek bu günlere kadar gelmiş. İçerisinde 10 tane farklı ısılarda sera, kütüphane, kafe, hediyelik eşya alanı ve 13binden fazla çeşit bitki bulunmakta. Etrafta gezen sincapları, bir çok farklı kuş çeşidini söylemiyorum bile 😀 öyle güzel ve bakımlı ki, bir gününüzü mutlaka burada geçirin. Çok güzel fotoğraflar çekebileceğiniz bir park. Mini şelaleler de yapmışlar. İlgi alanınıza giriyorsa bayılırsınız güzelliğine. “aman işte öyle bir park” diyecek de yoktur bence.

"<yoastmark

"<yoastmark

 

Aaa bir de unutmadan şu bilgiyi de vereyim. Bizim bahçelerimizde maalesef asla göremeyeceğimiz bir durum da bulunmakta burada; oturup keyif yapmak için banklar var ve bu bankaların çevrelerinde ufak camekanlı kutucuklar yapmışlar. Bu kutucuklarda kitaplar var. Dinlenirken kitap da okuyabiliyorsunuz ve o kitapları da yerine bırakıyorsunuz. Düşünebiliyor musunuz çalınmıyor o kitaplar :p hatta insanlar okudukları kitaplardan getirip orada bırakıyorlar ki başkaları da okuyabilsin diye 😀

"<yoastmark

Park sabah 10:00 ile akşam 18:00 arasında açık. Giriş ücreti yok. Ama seralara girmek için ücret ödemek gerekiyor. Hepsinin farklı fiyatları var. Biz gittiğimizde kafe bölümünde kahvenin tarihi hakkında bir sergi de vardı. Serginin de fotolarını ekliyorum, meraklısına 😉

"<yoastmark

"<yoastmark

İskoçya Edinburgh


Şimdilik Edinburgh hikayesi bu kadar. O bahsettiğim 1 günlük ücretsiz tur için de ayrı bir yazı yazmayı planlıyorum çünkü orası apayrı bir hikaye 😀 ve Edinburgh’un dışındaki bölgeleri kapsayan bir geziydi.

Bu yazıyı birkaç ayda ancak bitirdim çünkü ciddi olarak yazdığım ilk gezi yazım oldu 😀 İlk olacaksa da Edinburgh olmalı diye düşündüm. Ben bu şehre aşık oldum ve elimde olsa oradan başka yere de gitmem yani o kadar fena 😀

Daha fazla fotoğraf için de sennur.dekle instagram hesabımıza beklerim efenim 🙂